GüncelMakaleler

YORUM | Proleter Büyük Ekim Devrimi’nin 104. Yılı vesilesiyle; Ekim Devrimi ve Stalin

Burjuvazi ve onun ideolojik çöplüğünden beslenen kesimler, Stalin’i (en azından kitlelerin bilincinde) yıktıkları zaman sosyalizmi yıkacaklarını bildikleri için, Stalin’e karşı büyük bir karşı-devrimci saldırı cephesi açmışlardır.

Bu yıl Ekim Devrimi’nin 104. yılını kutluyoruz. Bu yazıda Ekim Devrimi’nin uluslararası alanda işçi sınıfı ve ezilen halklar için oynadığı tarihsel rolü ve uluslararası burjuvazi için nasıl bir yıkım olduğunu değil onu Stalinsiz düşünemeyeceğimizi kısaca anlatacağız.

Ekim Devrimi’nden söz ederken Stalin’den söz etmemek; Stalin’i yok saymak, devrimin kazanımlarını ve öğretilerini yok saymaktır. Bunu başaranlar(!) var ve de Stalin’siz bir Ekim düşleyenlerin olduğu da bir o kadar gerçek. Özellikle de burjuvazi ve onun beşinci kolu gibi çalışan Troçkistler. Burjuvazi her zaman komünizmin ve komünizmin teorik ve pratik önderlerinin bir numaralı düşmanı olmuştur. Onları, işçi sınıfının ve ezilen halkların gözünden düşürmek için bütün olanaklarını seferber etmiştir ve etmeye devam ediyor.

Marx ve Engels düşmanı burjuvazi, Lenin, Stalin ve Mao Zedung düşmanı olmayı sürdürmüştür. Çünkü bu bir sınıf mücadelesidir ve burjuvazi kendi saltanatına karşı çıkan, kapitalist sistemin çürümüşlüğünü, tarihsel materyalizmin bilimselliği temelinde teorik olarak ortaya koyan ve pratikte sandalyesini altından çekenlerin her zaman düşmanı olagelmiştir.

Daha Ekim Devrimi arifesinde, burjuvazi ve onunla kol kola yürüyen küçük burjuva oportünizmi ve revizyonizmi, Lenin’i teşhir etmeye başlamıştı. Burjuvazinin tüm olanaklarını kullanarak ve onlarla kol kola, omuz omuza yürüyerek; Bolşevikleri ve Lenin’i teşhir ve tecrit etmek için bütün güçlerini harcamışlardı. Rus işçi ve emekçileri ise Lenin’i ve onun görüşünü sahiplendiler.

Lenin’in görüşleriyle kitlelerin çıkarları bütünleşmişti. Rusya sokaklarında, köylerindeki ve savaş cephelerine zorla sürülen emekçilerin çıkarları Lenin’in, “İktidar Sovyetlere” belgesinde ete kemiğe bürünmüştü. Teori, salt teori olarak kalmamış, pratikle bütünleşmiş, kitlelerin çıkarlarıyla ortaklaşmış ve onların eylem sloganı haline gelmişti. Bu, düşüncenin maddileşmiş haliydi ve sosyalist devriminin diyalektiğiydi.

Bütün emperyalist basın ve radyolar, Lenin’in diktatörlüğünden dem vurmaya başlamışlardı. “Demokrat Rus Çarlığı”nı yıkan diktatör Lenin! Burjuva basın bunu yazıyordu. Salt burjuva basını değil, işçi ve emekçilerin özgürlüğü karşısında onunla dost olan küçük burjuva oportünizmi için de Lenin “diktatör”dü… Marx ve Engels’in, Paris Komünü için söylediklerini, Lenin, açıktan yazmıştı “beyler, bu bir proletarya diktatörlüğüdür!”

Kokuşmuş sistemin temsilcisi çarlığın yıkılışına ağıt yakanların Lenin’i diktatör ilan etmelerinin kitlelerin gözünde hiç önemi yoktu. Çünkü Lenin, ezilenlerin önderi ve dostuydu. Köhnemiş burjuva diktatörlüklerin ise keskin kılıcıydı.

Lenin’in erken ölümü, Ekim Devrimi’nin de onunla birlikte (emperyalist burjuvazinin iç düşmanların beklentilerinin aksine) ölmesini getirmemişti. Tersine, dünya proletaryasının ve ezilen halkların ilk ve tek sosyalist ülkesi, Stalin önderliğinde her geçen gün güçleniyor ve enternasyonal proletarya ve ezilen halklara güven ve cesaret vermeye, ışık olmaya devam ediyordu.

İşte bu aşamadan sonra, emperyalist burjuvazi dışta ve içte Troçkistler ve yandaşları eliyle tecrit, teşhir ve yıkıma başladı.

Stalin önderliğindeki genç sosyalist devlet için dış düşmanı alt etmek, saldırıları ve yıkımlarını savuşturmak kolaydı. Çünkü onlar açıktan savaşıyorlardı. Ama onların beşinci kolu olan Troçkist ve diğer küçük burjuva oportünist muhalifler “sosyalizm savunuculuğu” adı altında, burjuvazinin yıkımına içeriden katılarak destek veriyorlardı.

Önce “İşçi Muhalefeti” olarak ortaya çıktılar. Ancak, kısa süre içinde teşhir edildiler. Lenin tarafından, ileri sürdükleri teoriler çürütüldü ve bu teorilerin sosyalizmin yıkıcılığı olduğu teorik olarak ispatlandı. İşte bu “muhalefet”, 1930’lardan itibaren emperyalist burjuvazinin sosyalist ülke içindeki beşinci kolu durumuna geldi. Başını, Troçki çekiyordu.

Troçkizm, sosyalizm yıkıcılığı ve sosyalizme karşı emperyalist burjuvazi ile işbirliği yapan bir akım olarak 2. Emperyalist Savaş döneminde daha net olarak ortaya çıkmıştır. Bu aşamadan sonra işçi sınıfı içindeki oportünist bir muhalefet değil, karşı devrimin hizmetindeki bir örgütlenme olarak varlığını sürdürmüştür.

Emperyalist burjuvazi, sosyalizmi dışardan müdahale ile yıkamayacağını daha devrimin ilk günlerindeki üç yıllık iç savaşı destekleyerek ve bizzat katılarak öğrenmişti. İçerden “Sosyalizm Savunucuları” adı altında muhalif yaratarak bu işi başaracaklarını düşündüler. Bu nedenle de tüm sosyalizm karşıtı ya da o yönde gelişecek eğilimleri desteklediler.

Burada hedef Stalin’di. Stalin’in, teşhir ve tecrit edilmesi ve yıkılması, sosyalizmi yıkmakla eş anlamlı hale gelmişti. Stalin, burjuva basında her gün, “kıyıcı”, “kitle katliamcısı”, “ülkesinin insanlarını açlığa mahkum eden”, “demokrasiyi yok eden bir diktatör” olarak gösterilirken, Troçki ise aynı basında, “mağdur” ve “demokrat” olarak yer alıyordu. Troçki ve Troçkistler bu burjuva övgülerden çok memnundular.

Dünyayı kana bulayan emperyalist burjuvazi, SSCB içinde yaşayan halklar için “gözyaşı” döküyordu(!) Troçki ve diğer karşı-devrimci iç düşman haline dönüşen küçük burjuva oportünizmi, emperyalist burjuvazinin, bu sosyalizm düşkünü “hümanist” elini boş bırakmadılar. Bütünüyle onların sosyalizm düşmanı taktiklerini uygulamakta bir beis görmediler. Çünkü, ideolojik ve siyasal olarak burjuvaziyle özdeşleşmişlerdi. Bu özdeşleşme 1930’ların kaçınılmaz “temizliğini”, proletarya diktatörlüğünün (sosyalist ülkenin) önüne koymuştu. Lenin çok açık yazmıştı. “Oportünizme karşı savaşılmadan emperyalizme karşı savaşılamaz.”

1930’lar, SSCB’de, oportünizm artık işçi sınıfı içinde bir muhalif olmaktan çıkarak, karşı-devrimci bir örgütlülük olarak sosyalizmi yıkmayı önüne esas görev olarak koymuştu. Sosyalizm kendini savunmak durumundaydı ve öyle yaptı.[1]

Ekim ile iktidara gelen işçi sınıfı, SSCB’yi korumak ve sosyalizmi ilerletmek için ya burjuvazinin içerdeki beşinci kolunu temizleyecekti ya da hızla hazırlığı yapılan 2. Emperyalist Savaş’ta, emperyalist burjuvazinin esas hedefi olan SSCB yıkılacaktı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirme yoksunu olanlar, ne yazık ki, Stalin’e, burjuvazinin gözlüklerinden bakıyorlar. Büyük Ekim Devrimi’ni Stalin’sizleştirdikleri gibi, dünyanın ilk sosyalist ülkesini de Stalin’sizleştirme çabaları içine giriyorlar. Bunu, özellikle, emperyalist dünya burjuvazisi ve onlarla el ele yürüyen Troçkistler yapıyor. Hiçbir zaman Marksizm ile uyuşmamış olan Troçkist ideoloji, “sosyalizm savunuculuğu” adı altında enternasyonal proletaryanın ve ezilen halkların ilk sosyalist devletini ve onun kazanımlarını Stalin şahsında yıkmayı hedeflemiştir. Burjuvaziye beşinci kol olma teorik zemini, kendini buradan besliyor.

Aslında devrim Şubat’ta oldu ve çarlık otokrasisini çökertti. Devrim Şubat’ta oldu ve Ekim (1917) Bolşevik Parti devleti ele geçirdi[2] gibi küçük burjuva zırvalıkların, nasıl karşı devrimciliğe dönüştüğü SSCB içinde görülmüştür. Bu tür zırvalıkların Ekim Devrimi aşamasında Rus burjuvazisi ile nasıl kol kola girdiğine tarih tanıklık etmiştir. Ve bu anlayışların kolayca beşinci kol durumuna gelebildiği, 1940’ların ortasında enternasyonal proletaryanın ilk sosyalist ülkesinin yıkım çabalarında tarihe kaydedilmiştir.

Küçük burjuva liberal sol entellektüelleri, büyük teorik çalışma adı altında, hemen hemen enternasyonal proletaryanın bütün önderlerini birbirine karşı kullanmaya, birinin diğerini karşıtı gibi ahmakça ve bir o kadarda burjuvazinin, proletaryanın saflarını bölme ve bulandırma ideolojik ve teorik çabaları içine girmekten kendilerini alamamışlardır.

Sadece Lenin ve Stalin’i değil, Marx ve Engels’i de birbirinin karşıtı gibi gösterme gayretlerini terk etmemişlerdir. Bunlar, özünde, dünyayı değiştirme çabalarının karşısında yer aldıklarının ayrımında olamayacak kadar ideolojik ve teorik olarak körleşmişlerdir.

Küçük burjuva liberal sol, Engels’in ölümünden sonra Marx ve Engels arasında da bir ayrım yaratma çabaları içine girmiştir. Marx’ı Engels’ten, Engels’i Marx’tan ayırmak için, küçük burjuva çıkarları doğrultusunda, proletaryanın bu büyük önderlerini birbirine karşıt gibi gösterme budalalıkları içine girmişlerdir.

Bu çaba sonlanmış da değildir. Burjuvazinin karşı devrimci saldırıları devam ettikçe, küçük burjuva oportünizminin burjuvazinin teorik çöplüğünde didinmesi de devam edecektir.

Kuruşçev’in Stalin ölümünün hemen arkasından, 1956 yılında yapılan 20. Kongre’de, Stalin’i hedef alması, özellikle 2. Emperyalist Savaş sonrası ABD’nin önderliğinde bütün emperyalist burjuvazinin Stalin şahsında anti-komünist saldırıları, SSCB’yi teşhir, tecrit ve yıkma savaşlarının arkasından gelmiştir. Yani Kuruşçev’in modern anti-komünist karşı-devrimci saldırısı, emperyalist burjuvazinin SSCB içindeki doğrudan karşı-devrimci saldırısının devamı olarak ortaya çıkmıştır.

SSCB içindeki karşı devrimci saldırı, moral gücünü emperyalist burjuvaziden almıştır.

Stalin savunulmadan sosyalizm savunulamaz!

Ekim Devrimi’nin teorik önderi Lenin ise pratik önderi de Stalin’dir. Ancak Stalin’i salt pratik önder olarak görmek ya da göstermek de eksik kalır. Stalin, aynı zamanda enternasyonal proletaryanın teorik önderlerden biridir. Bu, devrimden önce de Lenin’in ölümünden sonra üstlendiği görevler açısından da böyledir.

Stalin, tüm yaşamı boyunca sosyalizm düşmanlarına karşı ideolojik ve siyasal olarak mücadele etmiş ve aynı zamanda uluslararası proletaryanın önderliğini yapmıştır. Bunu inkar etmek, sosyalizmin tüm kazanımlarını yok saymaktır. Burjuvazinin istediği, ayakları havada bir sosyalizm ülküsünün yaratılmasıdır. Bu nedenle de öncelikle Stalin yokedilmelidir.

Yaşamı, Bolşevik partisinin örgütlenmesinde ve önderliğinde geçen Stalin’in, devrim günlerinde en önde yer alması ve en zorlu görevleri üstlenmesi ve Lenin’in ölümünün ardından Bolşevik Parti’nin, Lenin’in yerini alacak kişiyi Stalin olarak göstermesi ve seçmesi, Stalin’in Ekim Devrim öncesi ve sonrasındaki rolü ile doğrudan bağlantılıdır.

Ekim Devrimi’nin önderi Bolşevik Parti, Lenin’in yerine, güven vermeyen, sürekli yalpalayan Troçki’yi partinin başına getiremezdi. Bunun bir intihar olduğu daha o zamandan biliniyordu. Çünkü o, “Brest Litovsk Anlaşması”ndaki tavrıyla, “İşçi Muhalefeti” adı altında sosyalizm yıkıcılığıyla, “sendikalar”daki anlayışıyla, NEP karşıtlığıyla, “tek ülkede sosyalizm yaşamaz” anlayışını, sosyalist devleti yıkmaya dönüşen ve bu açıdan emperyalist burjuvaziyle çakışan pratiği ile görülmüştü.

O, sosyalizmin yaşaması için zorunlu olarak (nesnel koşullardan dolayı) başvurulması gereken soluklanma taktiklerinin karşısında yer almıştır. Troçki’nin önceki yaşamı, “yalpalama” üzerine inşa edilmişti. Bolşevikler ve işçiler bunu biliyordu. Ekim Devrimi’nden önce rolü neyse, sosyalizmin inşasında da rolü aynıydı: Bozgunculuk ve yıkıcılık!

Stalin döneminin sosyalizmini eleştirenler (Troçkist, anarşist ve burjuvalar hariç), sosyalizmin kapitalizm ile komünizm arasında bir geçiş süreci olduğunu gözardı ediyorlar. Sosyalizm kurulunca (bütün dünya kapitalist ve tek bir ülkede sosyalizm yaşatılmaya çalışıldığı gerçeği varken), her şeyin güllük ve gülistanlık olacağını var sayıyorlar. Daha ötesi, emperyalist burjuvazinin yoğun saldırı ve yok etme çabası ise görmezden geliniyor.

Ve ilk sosyalist ülkenin birçok hata yapacağını ve hatalar içinde doğruları bulabileceği (yoğun kuşatılmışlık altında) gerçeğini akla getirmeyenlerin, sosyalizmi inşa gerçeğini anlayabilmeleri de zor oluyor.

Stalin önderliğinde işçi ve emekçiler yani sosyalist inşayı yapanlar ve yürütenler, SSCB’de hiçbir burjuva ülkesinde olmayan haklara sahiplerdir. İşçi ve emekçiler, en geniş demokratik hak ve özgürlüklerin sahibi ve yaratıcısı olmuşlardır. Proletarya diktatörlüğü en geniş sosyalist demokrasiye sahiptir. Kadınların, çocukların ve tüm işçilerin yaşam ve özgürlüğü kendi elleriyle günden güne geliştirilmiş ve zenginleştirilmiştir.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve özgürlükleri, tarihte ilk defa bu denli barış içinde ve özgürce kullanılmıştır. SSCB, zoraki değil, barış içinde ve gönüllü birlikteliğin ürünü olmuştur.

Toplumsal mülkiyetin alanı, üretici güçlerin ve üretimin gelişmesine koşut olarak genişlerken, kitlelerin refah düzeyi günden güne yükselmiştir.

SSCB, elbette salt emperyalist burjuvazinin saldırısı ve kuşatmasıyla yıkılmamıştır. Emperyalist ülkeler bunu Ekim Devrimi günlerinde ve daha sonra ise 2. Emperyalist Savaş döneminde doğrudan saldırarak denemişler ama yıkamamışlar, tersine, Stalin’de dediği gibi; 1917-1920 arası (iç savaş) saldırmalarına karşılık daha fazla ülkenin SSCB katılmasına neden olmuşlardır ve eğer yeniden saldırılarsa (2. Paylaşım Savaşı öncesi bir açıklama) daha fazla ülkenin sosyalist olmasına neden olacaklardır. Ki, bu doğrulanmıştır.

Sosyalizm, daha çok kendi hataları ve içerden küçük burjuvazinin saldırısı ve bürokratlaşmanın gelişmesi üzerine yıkılmıştır. Küçük burjuva meta üretimi, kapitalizmi yeniden ve yeniden doğurmuş ve üst yapıda bürokratizmin gelişmesi ve kökleşmesine olanak hazırlamıştır. Stalin’in dediği gibi; “komünist bürokrat, bürokratın en tehlikeli tipidir.” Modern revizyonizm, “sosyalizm” adı altında en tepelere yerleşmiş ve devlet organlarına çöreklenmişlerdir.

Merkezi Kontrol Komisyon’un da ortadan kaldırılması ve de işlevinin önemsizleştirilmesiyle birlikte, bürokratik yapının yıkıcılığının önü de açılmış oldu.

Elbette burada Stalin’in de sorumluluğuyla birlikte, SSCB’yi yöneten yapının kolektif bir yapı olduğu gözardı edilmemelidir. Stalin, SB Komünist Gençlik Birliği VIII: Kongre’sindeki (16 Mayıs 1928) konuşmasında, “Tabandan Kitlesel Eleştiriyi Örgütleyin” dedikten sonra devam ediyor:

İkinci sorun, bürokratizme karşı mücadele görevi, eksikliklerimizin kitlesel eleştirisinin örgütlenmesi görevi, tabandan kitlesel denetimin örgütlenmesi görevi ile ilgilidir.

İlerlememizin en kötü düşmanlarından biri bürokratizmdir. O bütün örgütlerimizin –gerek parti örgütlerinin gerek Komünist Gençlik Birliği örgütlerinin, gerek sendikal örgütlerin gerekse de ekonomik örgütlerin içinde yaşar.  … Yeni bürokratlar sözkonusudur, yoldaşlar, Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlar sözkonusudur ve nihayet komünist saflardan bürokratlar sözkonusudur.”

Ve Stalin, bürokratizme karşı mücadele yöntemini de ortaya koyar:

Şimdi esas mesele, genelde bürokratizme karşı, özelde çalışmamızdaki eksikliklere karşı, tabandan geniş bir eleştiri dalgasını harekete geçirmektir.

“… Tabandan eleştiriye, tabandan denetime, başka şeylerin yanı sıra, milyonlarca kitlenin bu deneyimlerinin yitip gitmemesi için, bunların gözönüne alınması ve hayata geçirilmesi için gereksinimimiz var.

Partinin acil görevi bundandır: Bürokratizme karşı müsamahasız mücadele, tabandan kitlesel eleştirinin örgütlenmesi, eksikliklerimizin giderilmesi üzerine pratik kararlarda bu eleştirilerin gözönünde tutulması.[3]

  1. Emperyalist Savaş’ta 26 milyon vatandaşını kaybeden SSCB’nin, savaş sonrası toparlanması ve sosyalist ekonomiyi geliştirme çabaları içinde, bürokratik yapının gelişmesini önleyemediği gibi bunu görememiştir de. Küçük burjuva revizyonist anlayışlara karşı ideolojik ve pratik mücadele küçümsenmiştir.

Parti içi temizlik, “artık buna gerek yok, sosyalizm bütünüyle yerleşti” (G. Malenkov’un sunduğu XIX. Parti Kongresi Raporu-1952 Ekim) anlayışı, parti içi bürokratların temizliğini engelleyen bir yaklaşımdı. XVIII. Kongre’den sonra parti üye sayısı hızla artıyor. Aday üyelerle birlikte yaklaşık 2.5 milyon olan üye sayısı XIX. Kongre’ye gelindiğinde yaklaşık 7 milyona çıkıyor. Savaş sırasındaki büyük kayıplar dikkate alınınca, savaş sonrası bu hızlı artışın, beraberinde bir sürü komünist olmayanların da parti saflarına katıldığını ortaya koyuyor. Stalin’in katıldığı son kongre (XIX.), bu yığılmanın ideolojik yozlaşmayı doğurabileceğini göremedi.

Stalin’in 1928 yılında ortaya koyduğu, “tabandan eleştiri ve denetim”, özellikle 1945 sonrası, emperyalist savaşın yıkımlarını giderme çabası içinde önemli ölçüde geri planda kaldı. Bürokratizm, hiçbir zaman gitmemişti ama eskiden daha fazla uyanıklık ve taban denetimi varken, savaş sonrası taban denetimi ve bürokratizme karşı ideolojik mücadele ve pratik önlemler ikinci plana düştü.

Her şeye karşın, Ekim Devrimi Stalin’siz, Stalin ise Ekim Devrim’siz ve SSCB’nin inşa sürecinin dışında ele alınamaz ve sosyalizmin savunulması Stalin’in savunulmasıyla birlikte olabilir.

Nasıl ki, sosyalizm ve komünizm Marx, Engels, Lenin ve Mao’suz ele alınamazsa, aynı şekilde Stalin’siz de ele alınamaz. Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao, uluslararası proletaryanın büyük öğretmenleridir. Onlarsız proleter sosyalist devrimler ve proleter enternasyonalizm düşünülemez. Onların yok sayılması; enternasyonal proletaryanın varolduğu günden beri burjuvaziye karşı verdiği o muzzam mücadelesi ve buna bağlı olarak geleceğe ışık tutacak sınıf mücadelesi deneyimlerinin yok sayılmasıdır.

Yani, enternasyonal proletaryayı dünü ve bugünü ile hafızasız bırakarak yarının komünist inşasını önlemektir.

Stalin, enternasyonal proletaryanın bir büyük öğretmeni ve Ekim Devrimi’yle birlikte SSCB’nin inşasında yer alan ve önderlik eden bir komünistir. Onu savunmak Ekim’leri, sosyalizmi ve komünizmi savunmaktır. Onu savunmak, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal kurtuluşunu, ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesini savunmaktır.

Burjuvazi ve onun ideolojik çöplüğünden beslenen kesimler, Stalin’i (en azından kitlelerin bilincinde) yıktıkları zaman sosyalizmi yıkacaklarını bildikleri için, Stalin’e karşı büyük bir karşı-devrimci saldırı cephesi açmışlardır. Bu karşı-devrimin anti-komünizm cephesidir. Emperyalist burjuvazi, Stalin’i yıkarak-öldürerek, işçi sınıfı ve emekçilerin tarihsel sosyalizm deneyimlerini, sosyalist mücadele belleğini ve bilincini yok etmeyi hesaplamaktadır.

Buna müsaade edilemez. Bu nedenle, Stalin’i savunmak, kapitalizmi yıkıp sosyalizmi inşa etmeyi savunmaktır.

[1] 1934-38 arası karşı-devrimci örgütlülüğün yıkımına katılanların mahkemeleri bütün kamuoyuna (yabancı elçilikler, yazarlar vs.) açık yapılmıştır. Bir çok yabancı gazeteci, yazar, elçilik görevlileri, eski anlı şanlı “komünistler” ile görüşmüşlerdir. Ve bunların hepsi sosyalizme karşı suç işlediklerini kabul etmişlerdir. Hiçbiri yaptıklarının doğruluğunu savunmamış, savunamamıştır. Ve bu yargılanmaların tüm belgeleri o günün gaztelerinde günlük yayınlandığı gibi, 1956’ya kadar kamuya açıktı. Kurşçev revizyonizmi belgeleri ortadan kaldırmıştır. Bu yargılamalar, burjuvazinin anti-komünist, anti-Stalinist propagandalarına rağmen, tarihin en açık en demokratik yargılamları olmuştur. Örneğin; liberal Alman yazar Lion Feuchtwanger, 1937 mahkemelerine katılmış ve Karl Radek ile görüştürülmüştür. L.Feucht Wanger’in kitabı; 1937 Moskova, sf. 141 (almanca, PDF olarak ulaşılabilir)

 

[2]   Fikret Başkaya, Özgür üniversite, 09.11.2017

 

[3] Stalin, Eserler, C. 11, sf. 68-71, İnter Yayınları

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu