Güncel

YORUM | İbretlik…

"10 milyonu geçen mültecilerin olduğu bir ülkede ona düşmanlığı örgütleyip üzerinden üç beş oy devşirecek bir boşluk elbette bırakılmaz. Bu boşluk partisinin yeni kurulmuş olması bakımından taze ama gerçekliği itibariyle fosilleşmiş bir kanla dolduruldu."

Başka hiçbir şey mültecilere yönelik düşmanlık kadar burjuvazinin yanar dönerliğini ortaya koymaya yetmez. Ve hatta sadece doğrudan burjuva sınıfı değil bu üretim ilişkilerinin yaratmış olduğu burjuva toplum yapısının çürümüşlüğünü ortaya koyması bakımından da mülteciler karşısında gelişen tepkiler adete bir tomografidir.

Bir iki kelam ederek işin aslından girip devam edelim.

Mevcut düzen, her yeni gelişmenin muktedire üst düzeyde yarayabilecek bir işlerlikle yontulmasını, biçimlendirilmesini yeterince öğrendi. Toplumsal her gelişmeye verilen yanıt, emeğin daha ucuza alınıp, sermayenin daha hızlı birikmesini sağlama merkezli bir hareketle oluyor. Türkiye’de veya dünyanın her neresinde olursa olsun göçmenlik-mültecilik konusu mevcut düzenin bu merkezi yaklaşımının en net göründüğü nokta.

İlk olarak; kendi yerlerinden yurtlarından edilen, göçe zorlanan mülteciler, burjuvazi tarafından aşırı çalıştırmanın, bütün emekçiler arasındaki ilk hedefinde olanlardır. Haksızlığa karşı koyma, örgütlenme, siyasal ve ekonomik hakları için biraraya gelme ihtimalinin diğer emekçilere göre toplumsal nedenlerden dolayı objektif olarak daha zor olması, aynı toplumdaki diğer emekçilerin ortalama yaşam standartlarından ve iş koşullarından daha zoruna ve daha kötüsüne razı gelme olasılığının yine objektif nedenlerle daha yüksek olması göçmen emekçilerin daha kötü iş şartlarını kabul etmesine vesile olmaktadır. Bu bağlamda aşırı çalıştırmanın, sermayeyi çoğaltmanın ya da artı-değer üretimini hızlandırmanın bir aracı (Marx, 1997, s. 81) olduğu düşünüldüğünde bundan kazananın sadece sermayedarların olduğu anlaşılacaktır.

İkincisi; patronlar, mülteci emeğini aynı emeği daha ucuza satın almanın bir aracı olarak kullanmaktadır. Mültecilerin, aynı işkolunda diğer emekçilere göre aynı emek gücünü daha ucuza satmak zorunda kalmaları sadece kendi emeklerini daha ucuza satmalarıyla sınırlı kalmıyor. Burjuvazi bu durumu mültecilerin yoğun olarak nüfuz ettiği işkollarındaki asgari emek ücretini, mültecilerden satın aldığı emek ücretine doğru indirmek için kullanıyor. Bunun sonucunda o iş kolundaki emek artık eskisine göre daha ucuza mal ediliyor. Bu durumda kazanan ne lokal olarak mülteci emekçiler ne de genel olarak diğer emekçi kesimler, kazanan yine bir avuç sermayedar oluyor.

Daha farklı bir yönden bakacak olursak üçüncüsü, mültecilik ya da göçmenlik zorunlu olsun ya da olmasın sermayenin izinden gider. Özellikle savaş gibi sermaye açısından da çalkantılı süreçlerde savaşın yaşandığı bölgelerden diğer bölgelere doğru büyük sermayeler kaçar. Savaş bölgelerinde, savaşın doğrudan öznesi olamıyorsa emekçi kesimler, geçimini devam ettirebilmek için kaçan sermayelerin peşinden gider. Aslında burada olan şey dışarıya giden sermayenin peşinden gitmektir. (Marx, 2011, s. 619) Bu üç nokta beraber ele alındığında kapitalizmin yaratmış olduğu savaşlarla öncelikle emekçi kesimlerin canını alan hemen ardından da hayatta kalanlarının ise kendi topraklarından kopartarak emeğini kanını emer gibi emen bir gerçekliğinin olduğunu görebiliriz.

Mülteciler üzerinden onları bir damla yaşam enerjisi kalmayana kadar aşırı çalıştırma ve emeği ucuzlatma saldırılarıyla kar eden tek kesim bir avuç burjuvadır. Peki hal buyken, Afgan, Suriyeli, Afrikalı mülteciler üzerinden estirilen tüm bu tatavanın nedeni nedir? Omzunda al bayrak taşıyan devletin resmi askeri-polisi tecavüz faili olurken, bu faşistler yüzünden insanlar intihara sürüklenirken, bunlar cezasızlıkla ödüllendirilirken, kurbanlar suçlu ilan edilirken, bunlara gıkı çıkmayan, bu askerin-polisin yanında olduğunu açık açık belirten kitle nasıl olur da Afganların, Suriyelilerin tacizlerinden rahatsız olabilir? Bunun böyle olduğuna kim inanır?

Aslında cevap basit. Basit olduğu kadar acı verici. Toplum ona yaşatılan sorunlar konusunda tüm yaşanılan sorunların mevcut düzenle olan yanına değil, aynı sorunların başka mağdurlarına yöneltilmesinde burjuvazinin usta elleriyle yoğruluyor. Burjuvazi bir hokus pokusla kendi kaynaklık ettiği sorunlardan sıyrılıyor ve toplum devrimci-politik bilinçten yoksun olduğu ölçüde birbiriyle karşı karşıya geliyor. Ve hatta bu karşı karşıya gelme durumu emekçi kesimler içerisinden hatırı sayılır bir bölümün doğrudan faşistlerek kopmasıyla sonuçlanıyor. Ezilene şiddet uygulayan, siyasal söylemleriyle ırkçılığı faşizmi büyüten bir yere çekilebiliyor.

Ve tüm bunlar öylece kendiliğinden, insani, beşeri faktörlerle olup bitmiyor. Burjuvazi tüm gücünü yaşanan ya da yaşanabilecek toplumsal gelişmelerin önünü kesmek, kendi sömürgeci değirmenini devam ettirmek için bütün boşlukları doldurmaya çabalamaktadır. Laiği için alın size bir parti, milliyetçisi için işte size diğeri, muhafazakarı için hop ötekisi…10 milyonu geçen mültecilerin olduğu bir ülkede ona düşmanlığı örgütleyip üzerinden üç beş oy devşirecek bir boşluk elbette bırakılmaz.

Bu boşluk partisinin yeni kurulmuş olması bakımından taze ama gerçekliği itibariyle fosilleşmiş bir kanla dolduruldu. Kimden ya da hangi faşist-düzen partisinden bahsettiğimiz herhalde anlaşılmıştır. İYİP’e bile birkaç doz daha faşist gelen Ümit Özdağ ve onun partisi…

Kendi içindeki dostluğunu bile düşmanlıkla bezediği öteki herkesi de zaten düşman ilan eden bir anlayış için böyle bir boşluk hali hazırda bırakılamaz. Nitekim buradaki durum sadece mülteci düşmanlığı üzerinden oy devşirmek de değil, toplumda soykırıma elverişli yapı, mülteci düşmanlığı üzerinden ciddi bir toplum mühendisliğiyle bugünlerde inşa ediliyor. Herkesin en başta buna hazırlıklı olması lazım.

Kendi yoksullaşma düzeyinin sorumlusu olarak koca holdinglerin sermayesinin ne kadar büyüdüğünü görmeyip mülteciyi gören, buralarda tacizci mülteci avına çıkarken TSK’nın eğitip donattığı cihatçıların Suriye topraklarında yaptığı insanlık suçlarına sesi çıkmayan bir insan profili burjuvazinin istediği bir profildir. Çünkü toplum, faşizmin istediği gibi at koşturduğu, katliamın, soykırımın ulu yüce devlet, millet, beka için gerçekleştirilebildiği ve tüm bunların ciddi bir sessizlik içinde yapılabileceği bir noktaya çekilmek isteniyor. Bu yüzden de Ümit Kıvanç’ın gazete duvardaki Yüreklerdeki Zehir başlığını taşıyan yazısında belirttiği gibi “Ne zaman ki aynı Suriyeli Ankara için savaşmayı bırakır da Adalar’da dondurma yerse işte o zaman çizmeyi aşmış olur.”

Vatandaş, yerinden yurdundan edilene öfkeleneceğine onu kendi yaşadığı topraklardan koparıp savuranlara, bu dünyaya öfkelense ne hoş. Ama hayır. Birincisine öfkelenmek kolay ötekine öfkelenmenin cezası var.  Bir anda terörist, vatan düşmanı falan olunuverilir. Ama diğer tarafta yani kendi uğradığı devlet gadrinin bile sorumlusu ilan edilmek istenen, her türlü -içinden geçtiğimiz dönemde inanın neredeyse her türlü- sorunun müsebbibi olarak gösterilmeye çalışılan göçmen-mülteciler, neden olarak gösterilmeye çalışılanlar tarafından, ırkçı, nefret, neo-nazi toplumunun inşa edilmesi amacıyla hedef gösteriliyor.

Faşizmin geldiği-tırmandığı boyut, sivil faşist örgütlenmelerin silahlanma düzeyi, SADAT’ı madatı hesaba katılınca tüm bu yükseltilen ırkçı saldırıların sadece mültecilerle yetineceğini kimse sanmasın! İlk elden istenen, ülkenin esas sahipleri dışında herkesin def edilmesidir. Faşist Türk devletinin def etme eyleminden de anlaşılması gereken tüm yalınlığıyla 1915’tir. 1.5 milyon Ermeni’nin katli… Kendini soykırım üzerinden var eden bir ülke için 100’üncü yılını doldururken yeni bir kırım süreci düşünmek ve bunun için harekete geçmek o ülkenin asalak burjuvazisi için hiç de abes ya da beklenmedik değildir.

Şimdi hala bu ülkenin esas sahipleri olarak kendini bu ülkede doğmuş ve bir kimliğe sahip olan olarak gören varsa bu fikrini savurup atsın. Biz, yani bir avuç azınlık ve onun yardakçı dalkavukları ve ona çanak tutanları dışında milyonlar, bu ülkeden def edilmek istenenleriz. Sadece onların dünyasında yaşıyor, onları besliyoruz. Hepsi bu! Şimdi sorun bu dünyayı değiştirmekte. Ya sürünerek yaşayacak ya da ayağa doğrulup yeni yaratılan toplumun, düzenin, ilişkilerin yaratıcısı ve sahibi olacağız. Bu durum her şeyden daha çok bugün mülteciler üzerinden estirilen rüzgar konusunda böyledir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu