GüncelLGBTİ+Makaleler

YORUM | Esas Saldırı Kutsallığın Reddine

LGBTİ+ meselesi daha önce farklı açılardan ele alındı ve karanlık ile gökkuşağı savaştığı sürece de ele alınacak.

LGBTİ+ların sokaklara çıktığı, anayasal ve toplumsal düzlemde hak arayışlarının daha yüksek sesle söylendiği, her türlü saldırıya karşı mücadelenin büyütüldüğü kısacası “Alışın, buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz” şiarının haykırıldığı aydır Onur ayı.

Tüm dünyada ve Türkiye’de de bu talepler doğrultusunda sokağa çıkılır. Ortada apaçık bir “red” söz konusudur. Devletin, toplumun ve hatta devrimci demokrat kesimlerin de ciddi anlamda etkilendiği kutsallığın yani “erkekliğin” reddidir. Hal böyle olunca, saldırının rengi de saldırılanın rengine göre değişir. Yani savaş gökkuşağı ile karanlığın savaşıdır.

Devlet aynı devlet…

Türkiye’yi ele almadan önce, dünyada LGBTİ+lara yaklaşıma bir göz atmakta fayda var. Yaklaşık 96 ülkede eşcinsel olmak anayasal suç. Daha da korkunç olanı dokuz ülkede eşcinsel olmanın cezasının ölüm olması. Afganistan, Çeçenistan, İran bunlardan birkaçı.

Var olan tablo bize dünya üzerinde devletlerin direk, açıktan uyguladığı baskının büyüklüğünü göstermesi açısından önemli bir yerde duruyor. Bunun dışında istisnasız tüm devletler anayasal düzlemde “ölüm” demese bile toplumsal düzlemde açıktan ölümü destekliyor ve muazzam bir ikiyüzlülük örneği sergiliyor. Meseleyi Türkiye açısından ele aldığımızda da tablo değişmiyor. Kutsallığı yani erkekliği, Türklüğü, Müslümanlığı reddeden herkes düşman ilan ediliyor. Bu yüzdendir ki, gökkuşağı bayrağını eline alan hedef oluyor. Anayasal düzlemde bir ölüm cesazı “yok” ama trans bir kadına tecavüz eden, yaralayan ya da öldüren kişi aynı gün ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılıyor ya da hakkında arama kararı dahi çıkartılmıyor. Bu da “demokrasicilik” oynayan faşizmin maskesini düşürmeye yetiyor.

Devlet açıktan “Ben direk öldürmem ama öldürene de karışmam” mesajını vererek toplumun geri-“erk” yanını besliyor ve cinayetleri destekliyor. Medyası ve politikacıları aracılığı ile ailenin özelde ise erkekliğin kutsallığı pekiştirilirken bu kutsallığa en büyük tehlike eşcinseller olarak gösteriliyor. Bu tablo ile ilk defa karşılaşmıyoruz. Karanlık aynı karanlık ama dönem dönem savaş açtığı renkler değişiyor. Gerekçe ise aynı. Kutsallığın reddi.

“Namussuz” kadın aile kutsallığını, Kürtler Türk kutsallığını, Ermeni ve diğer azınlıklar Müslümanlık kutsallığını, devrimci ve komünistlerin devlet kutsallığını, son olarak da LGBTİ+’lar erkek kutsallığını reddettiği için faşizmin açık hedefi olmaktan kurtulamıyorlar. Yani karanlık tüm renklere karşı savaş açmış durumda.

Özellikle birçok üniversitede, belli başlı şehir merkezlerinde yapılması planlanan Onur Yürüyüşüleri yasaklanıyor ve bu yasağa rağmen sokağa çıkanlara devlet saldırıyor. Bizler nasıl kadınlara, işçilere, ezilen uluslara yapılan saldırılara karşı sokağa çıkıyorsak ve bu baskılara karşı direniyorsak aynı tepkiyi LGBTİ+’lara

karşı yapılan saldırılarda da göstermeliyiz. Aksi tartışmasız kutsallığı kabul etmek olur ki, bu özünde yaman bir çelişkidir.

Meselenin neresindeyiz?

Türkiye devrimci hareketi, LGBTİ+ meselesinde düne göre daha olumlu bir yerde olsa da savunduğu dünya görüşüne “ters” bir pratik sergilenmektedir. Devrimci demokrat zemindeki bazı kurumların LGBTİ+lara bakışı (en iyi ifade ile) toplumun en geri kesimi ile örtüşmektedir. “Sapkınlık, hastalık” olarak görmek ve bunu basın yayın yolu ile tasdiklemek sadece bir fikir değil aynı zamanda yapılan zülme ortak olmak anlamı taşır. Bunun temelde iki nedeni vardır. Birincisi “erkekliğin” yaratmış olduğu imtiyazı kaybetme korkusu, ikincisi ise “kitle” kaygısı. Bu oldukça geniş bir başlık ve ayrıntılı tartışılmalıdır.

Peki bizler kendi bakış açımızdan hareketle neler yapmalı ya da yapmamalıyız?

TDH içinde meseleyi özelikle “Gezi İsyanı” sonrasında daha da gündemine alan, bu noktada tabanı ile birlikte (kısıtlı olsa da) tartışmayı yürüten ve belli bir hat çizen kurumlardan biriyiz. Tabiki burada en büyük çaba kadınların “kader ortaklığı” üzerinden yürüttüğü savaştır. Her ne kadar güzel şeyler yazılsa da pratikte erkliğin reddi gelip bizim de kapımızı çalmakta, her gün yeniden yeniden tartışmak ve değişmek gerekmektedir.

Zira bu gelinen noktaya, içimizdeki erkeklik ile ciddi mücadeleler sonucu gelinmiştir. Ve bu mücadele süreklilik taşımak zorundadır. Erkek egemenliği kendini beslenmekte, örgütlemekte, hazırlamaktadır. Öyleyse bununla mücadelenin özneleri de kendini sürekli yenilemek, donatmak ve güçlendirmek zorundadır.

Erkek olmanın toplumda birçok avantajı vardır. Bu, kolektifler içinde de böyledir. Burada meselemiz erkek-kadın cinsiyeti değil “erkek egemen anlayış”tır. Yani mücadele erkeğe değil erkekliğe karşıdır. Bu anlamıyla ideolojik ve politik savaş kendi içimizdeki “erk”e karşı verilmelidir. Diğer türlüsü sorunumuzu çözmeyeceği gibi LGBTİ+ları örgütlemek ve devrime kanalize etmek de ütopya olur.

Ölünmemesi gereken haklar için ölmek

LGBTİ+ meselesi daha önce farklı açılardan ele alındı ve karanlık ile gökkuşağı savaştığı sürece de ele alınacak. Düşünün, dünyaya ya kadın ya da erkek olarak geliyorsunuz. Ve sırf bu yüzden ölüyor, hapse atılıyor, her türlü şiddete maruz kalıyorsunuz. İşin daha da korkuncu bunu devletler ve toplum ortaklaşa yapıyor.

Yani yaşam hakkı gibi aslında savaşılmaması gereken bir durumdan ötürü ölmek durumundasınız. Ama kaybedecekler. Çünkü bu kavga esas olarak LGBTİ+ bireyler ile erkeklerin (devletin erk zihniyetin) kavgası değil. Bu kavga doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın, gökkuşağı ile karanlığın kavgasıdır. Tam da bu yüzden onlar kaybedecek, biz kazanacağız.

Yeter ki doğruyu, gerçeği doğru tarza ele alalım ve yeter ki o renkleri kızıl ile biraraya getirelim. Kızıl, gökkuşağı ile biraraya geldiğinde “bozulmaz” aksine güçlenir

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu