Makaleler

Hapishanede “kadın olmak”

Hapishanelerin görünen ve görünmeyen yüzü olduğunu 19 Aralık katliamı ve sonrasında F Tipleriyle birlikte aymazca yapılan tecritten doğru biliriz. Hatta tanık olanlarımız da vardır yaşatılan zulme.

Hiçbir zaman kesiti ayırmaksızın kadın olmanın dünyanın her yerinde zorlaştırıldığı dönemlerden geçtik ve geçiyoruz. Erkin kadına yüklediği toplumsal roller ve kadınların sosyal varlık olmaktan uzak yetiştirilmeleri yaşamlarının her dakikasında belirleyici oluyor.

“Erk” kavramı iktidar yani en kaba haliyle özgürlüklerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi olarak tanımlanabilir. Bu durumda kadın olunur mu, kadın olmak öğretilir mi sorunun cevabı bile bize gerçekleri yeterince açıklıyor. Bilmeyenler ya da bu konulara uzak olanlar için tekrar hatırlatmak gerekirse; kadın olmak erk tarafından kadınlara öğretilen bir olgudur ve bir “çerçevesi” vardır. Cinsel kimlik üzerinden tanınan bu olgu toplumsal rollerle birleşince kadının yapabileceği “iş” ve “görev”ler de sadece kadın olmak çerçevesinin dışına çıkamaz. Bu çerçeveye ikrar etmeyen kadınların gerek toplumsal cezaları gerekse de erk tarafından verilen cezaları çok ağır olabiliyor.

Kadınların kendisine karşı çıkmasına kabullenemeyen iktidar ve onun temsilcisi devlet, öncelikli olarak kadın kimliği üzerinden bir cezalandırma yöntemine girişiyor. Taciz-tecavüz, yok sayma gibi pratiklerle somutluk kazan bu cezalandırma yöntemleri özellikle devrimci, demokrat ve yurtsever kadınlar üzerinde uygulanıyor.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi kapsamında hazırlanan son bir yıllık istatistik raporuna göre taciz ve tecavüzün uygulayıcıları polis, asker ve korucu üçlemesinden oluşuyor. Hiç de şaşırtıcı olmayan bu sonuca göre devlet kendini temsil edenleriyle onu koruyanlarıyla yürüttüğü bu “iş”ten gayet memnun görünüyor.

Tacizin ayyuka çıktığı bir zaman dilimi: Gezi İsyanı!

Gezi İsyanı süresince sokaklara çıkanların % 51’inin kadın olduğu gerçeğine dayanarak söyleyebiliriz ki; iktidarın belirlediği ve devletin ve kolluk güçlerinin uygulayıcılığını yaptığı politikalar kadınlarda içine kapanmayı değil tam tersi bir şekilde sokağa çıkarak kimlik ve kişilik haklarına karşı girişilen savaşta bir taraf olmalarını gerektirdi ve bu hayat buldu.

Bu süreç içerisinde gözaltına alınan, tutuklanan kadınlar taciz vakası ile karşı karşıya kalmışlardır. Nitekim Elif Kaya son süreçte sembolleşen isimlerden bir tanesidir. Avukatı vasıtasıyla basına yansıtılan “ince arama” adı altında defalarca çıplak aramaya maruz kalan kadın tutsaklardan sadece biri Elif Kaya. Gözaltına alınırken polis otosunda tacize uğrayan ve bunu kamuoyuyla paylaşan Eylem ise bir diğer Gezi eylemcisi yani iktidara “kafa tutan”, kadın kimliğine ve bedenine sahip çıktığını sokağa çıkarak gösteren ve bu uğurda mücadelelerini sürdüren kadınlardandır.

İktidar, “Bu daha başlangıç mücadele devam” naralarını yüksek sesle haykıran genç kadınlardan korkması gerektiğini bir kez de Gezi sürecinde anlamıştır ya da biz bunu umut ediyoruz. Çünkü bu süreçten zararlı çıkacak olan erk tahtının olduğunu fark etmiş olmalı diye umut ediyoruz.

Hapishanelerde kadınların maruz kaldığı işkenceler

Kadınların gözaltına alınırken tacize uğradığını tekrar ederek devam etmek gerekirse, hapishane hayatı kadınlar için evvel zamandan şimdi zaman kadar hep kadın kimliği üzerine yapılan işkence ve yok sayma örnekleriyle doludur. Bunlardan en eski örneklerinden bir tanesi 1980’de Amed Zindanı’nda yaşanmıştır. O dönem hapishanede, yönetimde bulunan Esat Oktay’ın “Burası Diyarbakır cezaevi, burada Allah benim. Hepiniz dediklerimi yapmak zorundasınız. Ben burayı hizaya sokmak için gönüllü geldim. Benim olduğum cezaevinde kuş bile uçamaz, buradaki bütün kurallara sizden öncekiler uyduğu gibi sizler de uyacaksınız” ifadeleri ile başlayan ve “Sizin namusunuz ben ve askerlerimden sorulur”la devam eden tek tipleştirmeler biçiminde asimile edilerek teslim alınmaya çalışılan, devrimci, demokrat ve yurtsever kadın tutsakların iradeleriydi.

Hapishanelerde her dönemin kendine özgü baskı ve şiddet uygulaması, her dönem bu baskı ve şiddete karşı bir direnişi de söz konusudur. Kadın tutsakların direnişi tarihe kanla yazılan katliamlarda gözler önüne serilmektedir.

“Siyasi” kadın tutsaklar yaşamın her alnında mücadele etmeyi kendilerine görev olarak gören, kimilerine göre “bilinçli kadın”lar hapishane koşullarına tecride tredmana en fazla direneler olarak önümüze çıkmaktadır. Kadınların mücadeledeki yerleri de hapishane koşullarında gösterdikleri direnişten farklı değildir. Hem kadın olduğu ve hem kadın hem devrimci oldu için tutsak bulunan kadınlardan biri olan Fadime Özkan; “Nitekim sohbet alanının bizim yaşam alanımızın devamı olması, tecrit içinde tecrit yaşatmayı hedeflemesi, kameralarda bütün yaşamımızın, ilişkilerimizin, oturuşumuzun, kalkışımızın, konuşmalarımızın denetim altına alınmayı amaçladığı hem siyasi – devrimci kimliğimize yönelik bir saldırı olduğu hem de kadın olmamızdan dolayı cins kimliğimize yönelik bir saldırı olduğu, taciz edilmemiz anlamına geldiği için idareden bu uygulamayı kabul etmeyeceğimizi, kamerayı kaldırmalarını istedik” diyerek yeni başlayan uygulama olan kameralar hakkında bunları anlatıyor.

Kameralar konusuna değinmişken, bu durum bütün tutsaklar için geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Kadın hapishanelerinde yaşanılan tecridin ve baskının tanıkların anlatımından hareketle örneklendirmek gerekirse; hastaneye giderken asker araması dayatılması, kabul edilmediği durumda hastaneye gidişlerin kabul edilmemesi, kitaplarına, yöresel kıyafetlerine el konulması, sürgünler, koğuşların değiştirilmesi ve hastanede muayene olan tutsak kadınların yanında asker bulundurulmasıdır. “Yaşamak direnmektir” sözünü en iyi yaşayan hapishanelerde yaşamlarına devam eden tutsaklarıdır.

Tutsak Trans Kadınlar

Cinsel kimliğini yaşamanın neredeyse imkansız olduğu bir ülke Türkiye hatta sadece cinsel kimliğini seçtiği ve onu yaşadığı için kabahatler kanunu gösterilerek tutuklanan LGBTİ’ler var ve sadece 3 hapishanede LGBTİ bireyler için koğuş, yaklaşık 79 tane de LGBT tutsak birey bulunuyor. Cinsel kimliğini özgürce yaşamak isteyen bireyler sadece görüntülerinden kaynaklı para cezası veriliyor ve ceza ödenmiyorsa hapishaneye düşmeleri kesinleşiyor. Yaşamlarını bir şekilde idame ettirmek zorunda olan LGBTİ’ler toplumsal sebeplerden yani kimilerine göre “sapkın”, “hasta” olarak görüldükleri için “normal” işlerde çalışamıyorlar. Seks işçiliği yapmak için cadde başlarında durmaları onların ceza almaları için yeterli olabiliyor.

Homofobinin yaygınlaştırıldığı ülkemizde ve LGBTİ bireyin yaşam hakkını elinden almanın neredeyse gerek toplumsal gerekse hukuksal hiçbir cezası yok. Biyolojik ihtiyaçlardan ötürü ilaç almak zorunda olan LGBTİ bireyler hapishanede ilaç almanın ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle hastaneye götürülmüyor ya da ilaç alabilmek için gardiyanların tecavüzüne maruz kalıyorlar. Hapishaneye giren LGBTİ bireyler, gardiyanların “sizin göreviniz bu yapmak zorundasınız” sözleri ile defalarca tecavüze uğruyor ve hiçbir ceza almıyorlar. Hapishaneden çıkanlar ise akıl sağlığından olmuş olarak çıkıyorlar. LGBTİ bireylerin görüşlerine sadece soyadı tutan kimseler gidebiliyor ama ne handikaptır ki onların aileleri çoğunlukla seçimlerinden ötürü reddetmiş oluyorlar. Yani hapis hayatları boyunca hiç görüşçüleri olmuyor.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu