GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Yeni “Gezi”lere Çıkma Görevi

"Halk kitlelerinin ekonomik kriz nedeniyle giderek kötüleşen yaşam koşulları karşısında kendiliğinden ayaklanacağı, yeni Gezi’lerin yaşanacağı yanılgısına düşülmemelidir. Bu olasılığın varlığı, onun gerçekleşeceği anlamına gelmemektedir."

Rusya emperyalizminin Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısı 3 ayı geride bırakırken, savaşın dünya halklarına etkisi giderek artıyor.

Emperyalistler arası çelişki ve dalaşın faturası bir kez daha halklara çıkarılıyor. Önce Covid-19 salgını ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle artan enerji ve gıda fiyatları, dünya çapında sınıfsal eşitsizliği daha da artırırken, emekçi halkları daha da yoksullaştırıp, zenginlerin servetlerine servet katmalarına neden oldu.

Örneğin; İngiliz uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın yayımladığı “Acıdan Kâr Elde Etmek” başlıklı yeni rapora göre geçen bir yıllık sürede gıda fiyatlarında yaklaşık yüzde 30 artış yaşandığı belirtilmektedir. Bu artışların 263 milyon insanı yoksulluk sınırının altına itmesi beklenirken, gıda ve enerji alanında yatırımları olan milyarderlerin toplam serveti ise son iki yılda 453 milyar dolar arttığı ifade edilmekte ve yine son iki yıl içerisinde küresel ölçekte 62 yeni gıda milyarderinin ortaya çıktığı kaydedilmektedir.

Temel ürünlerin maliyeti önceki yıllara kıyasla çok daha hızlı artarken, gıda ve enerji sektöründeki milyarderlerin ise servetlerini her iki günde 1 milyar dolar artırdığı ifade edilmektedir. Salgın döneminde her 30 saatte bir olmak üzere toplam 573 kişinin ise “yeni dolar milyarderi” olduğu belirtilmektedir. Raporda; küresel ölçekte yoksulluk sınırına itilecek 263 milyon insanla birlikte, günde 1.90 doların altında gelirle yaşam mücadelesi veren küresel nüfusun 860 milyona ulaşmasının beklendiğine de dikkat çekilmektedir. (24 Mayıs)

ABD-AB emperyalistleriyle Rusya ve Çin emperyalistleri arasında yaşanan pazar dalaşı ve rekabet beraberinde tüm dünyayı yıkımın eşiğine getirmiş durumdadır. Dünya çapında savaşlar artmış, nükleer silahlanma başta olmak üzere silahlanma yarışı hız kazanmıştır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporu bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Raporda dünya barışının yeni bir riskler çağına girdiği uyarısında bulunulmaktadır. Raporda iklim değişikliği, çevre krizleri, kaynakların kıtlığı, canlı türlerinin yok oluşu gibi etkenlerle güvenlik riskleri ve korona pandemisi gibi tehditlerin boyutlarına dikkat çekilmektedir.

Rapora göre, dünyada 2010’lu yıllardan bu yana en az bir devletin taraf olduğu silahlı çatışmaların, bu çatışmalarda ölen insanların ve dünya çapında yerinden edilen ya da mülteci konumuna düşen insanların sayısı da ikiye katlanmış durumdadır. Yıllar süren düşüşün ardından kullanıma hazır nükleer başlıkların sayısının da 2020’de yeniden artış gösterdiği ve 2021 yılında dünyada askeri harcamaların tutarının 2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdığı ifade edilmektedir. (23 Mayıs)

Kısacası emperyalist kapitalist sistem, kendi doğasında var olan çelişki ve krizler nedeniyle insanlığı felakete sürüklemektedir. Bu sadece geleceğin sorunu değil anın da sorunudur. Emperyalist kapitalist sistemin insanlık düşmanı yüzü, dünyada milyonlarca çocuğun açlık nedeniyle ölmesinden de anlaşılabilir.

Nitekim Alman yardım örgütü World Vision, dünyada milyonlarca çocuğun önümüzdeki haftalarda açlık nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu bildirmektedir. Halihazırda günümüzde 43 ülkede yaklaşık 45 milyon kişinin yetersiz beslenmeye bağlı olarak çok ağır sağlık sorunları yaşadığını aktaran örgüt, “Gelecek hafta ve aylarda bu insanların ölebileceğini” ve özellikle beş yaşın altındaki çocuklar için durumun çok vahim olduğunu duyurmakta ve tarihinde ikinci kez, “dünya çapında en üst dereceden felaket uyarısı” yaparak uluslararası topluma çağrıda bulunmaktadır.

World Vision International’ın Başkanı Andrew Morley, “Milyonlarca çocuk, çatışmalar, iklim değişikliği ve Covid-19’un biraraya gelmesiyle oluşan ölümcül kombinasyonun yol açtığı korkunç açlık krizi nedeniyle acı çekiyor” ifadelerini kullanarak, artan enerji, gübre ve buğday fiyatlarının da Ukrayna Savaşı’nın bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır. (19 Mayıs)

 

Açlık, yoksulluk ve sefalete mahkûm değiliz!

Uluslararası alanda yaşanan gelişmeler Türkiye gibi ekonomisi emperyalist mali sermayeye bağımlı olan ekonomileri daha da derinden etkiliyor. Emperyalist- kapitalist sistemin Covid-19 pandemisi nedeniyle daha da derinleşen krizi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle daha da artmış, bu durum Türkiye gibi emperyalizmin yarı-sömürgesi olan ülkelerde yaşanan ekonomik krizi daha da artırmıştır.

Elbette bunda başta “ekonomist” olduğunu iddia eden R.T.Erdoğan olmak üzere iktidardaki AKP-MHP kliğinin payı vardır. Ancak şu yanılgıya düşülmemelidir. Mesele “iş bilmezlik” ya da “liyakat” değildir.  R.T.Erdoğan ve temsilcisi olduğu sınıflar, yaşanan krizi kendi sınıfsal çıkarları için kullanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yaşanan ekonomik krizde halk giderek yoksullaşırken, bir avuç azınlık uygulanan ekonomik politikalarla zenginleşmekte, servetlerine servet katmaktadır.

Nitekim TÜİK, Türkiye ekonomisinin büyüme oranını yüzde 7 olarak açıklamış durumdadır. TÜİK’in açıkladığı istatistiklerin tartışmalı olduğu açık olmakla birlikte, DİSK-AR açıklanan bu rakam üzerinden yaptığı araştırma da “Türkiye büyüyor ancak asıl üretici güç olan işçiler büyümeden payını alamıyor” demektedir. DİSK-AR’ın raporunda Türkiye ekonomisinde yaşanan büyüme de 2020’nin 1. çeyreğinde emeğin payın yüzde 39.1 iken 2022 1. çeyrekte bu oranın yüzde 31.5’e düştüğü, sermayenin payının 2020-2022 arasında yüzde 41.7’den yüzde 47.6’ya çıktığı ifade edilmektedir. Aynı raporda 2022 1. çeyrekte cari fiyatlarla sermaye geliri yüzde 88 artarken emek geliri yüzde 59.7 arttığı ifade edilmektedir. (2 Haziran)

Bunun anlamı, sermaye ortalama büyümeden daha hızlı büyürken, emek ortalama büyümenin çok altında kaldığıdır. Diğer bir ifade ile sermayenin gelirleri 2 yılda emeğin 2 katı kadar artmıştır. 2 yıl içinde emeğin “pasta”daki payı yüzde 20 civarında azalmış durumdadır. Özetle Covid-19, yüksek enflasyon ve ekonomik kriz bölüşüm ilişkilerini kötüleştirmiş durumdadır. İşçi sınıfı ve emekçi halk daha da yoksullaşırken zenginler daha da zenginleşmiştir.

AKP-MHP iktidarının “görevini iyi yaptığı” Nisan 2021’de 4.3 milyar TL olan bankaların aylık net dönem kârının, sekize katlanarak Nisan 2022’de 35 milyar TL’ye yükseldiğinin açıklanmasından da rahatlıkla anlaşılabilir. (3 Haziran) Diğer bir ifadeyle BDDK verilerine göre, sektörün net kârı bu yılın Ocak-Nisan döneminde 98.2 milyar liraya yükselmiş, sektörün kârı nisanda yüzde 707.8 artmış durumdadır. Faizle mücadele propagandasıyla kitlelerin geri duygularına hitap eden R.T.Erdoğan, “faiz sebep enflasyon sonuç” politikasıyla, faizcilere kazandırmaya devam etmiştir!

R.T.Erdoğan’ın uyguladığı ekonomi politikaları berberinde yaşanan ekonomik krizi daha da derinleştirmektedir. Faşizmin kurumu TÜİK bile Mayıs ayında enflasyon aylık yüzde 2.98 yıllık ise yüzde 73.50 olarak açıklamak zorunda kalmıştır. (3 Haziran) Resmi veriler enflasyonun son 24 yılın en yüksek seviyesine ulaştığını göstermektedir.

Öte yandan bu rakamın gerçekleri yansıtmadığı, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) mayıs ayına ilişkin enflasyon oranları verilerinden anlaşılmaktadır. ENAG mayıs ayında aylık bazda enflasyonun yüzde 5.46, 12 aylık artışın ise yüzde 160.76 olarak açıklamış durumdadır. (3 Haziran)

Yüksek enflasyonla birlikte milyonlarca işsizin varlığı beraberinde sefalet katsayısının artmasına neden olmaktadır. Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon ve işsizliğin toplamından oluşan sefalet katsayısında yüzde 84.9’la birinci sıradadır. (4 Haziran) Türkiye ekonomisi sefalette benzerlerine kıyasla birinci sırada ve en yakın rakibi yüzde 65.0’le Arjantin’le arayı açmaktadır. Bu gerçekliğe rağmen “gözlerimizin içine bakarak” yalan söylenmekte ve halkla alay edilmektedir.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati açıklanan enflasyon rakamları sonrasında; “Nisan ayında yüzde 7.25 olarak gerçekleşen TÜFE aylık artış oranı, mayıs ayında yüzde 2,98 gerçekleşerek enflasyon düşüş eğilimine girmiştir” diyebilmektedir. (3 Haziran)

 

Gezi korkusu; Halk düşmanlığında ısrar

Yüksek enflasyon beraberinde başta temel ihtiyaçlar olmak üzere her şeye zam yapılmasına gerekçe olarak gösterilmekte ancak başta asgari ücret olmak üzere maaşlara açıklanan resmi enflasyon oranına uygun bir zam yapılmamaktadır. Deyim yerindeyse geniş halk kitleleri yüksek enflasyon ve işsizlikle, açlıkla, yoksullukla başbaşa bırakılmıştır.

Geniş kitleler bu gerçeklik karşısında temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kredi kartına yönelmiş durumdadır. Merkez Bankası verilerine göre 20 Mayıs haftası itibariyle kredi kartı harcamaları yeni bir rekor kırmış durumdadır. Geçen yıla göre iki kat artış yaşandığı ifade edilmektedir. (3 Haziran) Bu durum halkın borçla yaşamını sürdürdüğünü göstermesinin yanında bankacılık sektörünün aşırı kârını da açıklamaktadır.

R.T.Erdoğan ekonomik kriz ve halkın giderek yoksullaşmasının nedeni olarak “Gezi”yi işaret etmektedir. “Camide bira içtiler” yalanına “camilerimiz yakıldı” yalanıyla katkı sunmaya devam etmektedir. Bu ifadelerin koca bir yalan olduğu açık olsa da ısrarla bu türden yalanların söylenmesi Erdoğan’ın düşen kitle desteğini konsolide etme amacını taşımaktadır. Bunun yanında yine Gezi’ye katılanlara “sürtük” diyerek hakaret etmekte ve “Gezi olaylarında her türlü çirkefliği sergileyenlere hak ettikleri teşhisi koyduk. Onların meşrebinde bu söz neye karşılık geliyor onu bilmiyoruz. Ama bizim neyi kastettiğimiz gayet açıktır” diyerek seçime kadar safları sıklaştırmakta çabasını sürdürmektedir. (4 Haziran)

Halka hakaret ederek halk düşmanlığını göstermekten kaçınmayan faşist bakış açısı; “Şimdi birileri çıkıp ‘aç kaldık’ diyor. Ya vicdansızlık yapma, ne aç kaldın. Aç kalan falan yok!” (27 Mayıs) derken üç gün sonra “Alkol ve sigarada vergiyi devamlı artırıyoruz, çok rahatsızlar. Aç sefil geziyor, rakıyı, birayı almaktan geri durmuyor” diyebilmektedir. (31 Mayıs) Bir yandan “açlık yok” demekte diğer yandan ise “aç, sefil geziyor” itirafında bulunmaktadır.

R.T.Erdoğan içine düştüğü durumu yeni saldırı ve işgal tehditleriyle savuşturmaya çalışmaktadır. Ekonomik kriz ve hayat pahalılığına karşı halk kitlelerinde yükselen tepkiler, Kuzey Doğu Suriye’ye saldırı, Yunanistan’la tehditlerle geçiştirilmeye çalışmaktadır.

Rojava’ya yönelik saldırı tehditlerine emperyalistlerden izin çıkmamış görünse de halen pazarlıklar sürmektedir. Faşizmin sıkışma haline bağlı olarak yeni işgal saldırıları gündemdedir. Özellikle seçimler bahsinde süreç yaklaştıkça bu türden kapsamlı işgal saldırılarının gerçekleştirilmesi ihtimal dâhilindedir. Kaldı ki TC faşizmi günaşırı Rojava topraklarını bombalamakta, çeteleri eliyle aktif savaş yürütmektedir. Dolayısıyla TC, aktif olarak Irak Kürdistanı’nda, Rojava’da işgal saldırılarını sürdürmektedir.

Faşizmin bu işgal saldırıları ve tehditleri yaşanan ekonomik krizi, milliyetçilik ve şovenizmi kullanarak baskılama amacı taşısa da krizin daha da derinleşmesine hizmet edeceği açıktır. Ekonomik krizin daha da derinleşeceği gerçeği beraberinde kitlelerin kendiliğinden devrimci bir ayaklanma içerisine gireceği yanılgısına götürmemelidir. Yaşanan ekonomi kriz, halk kitlelerinin yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, rejimin ırkçılık, şovenizm, dinci gericilik vb. vb. gerici ideolojilerle halk kitlelerinde biriken öfkeyi manipüle ederek gerçek sorumlulara değil de başka hedeflere yöneltmesini doğuracaktır.

Son dönemde yaşanan ve özellikle sosyal medyanın etkin kullanılmasıyla hiç alakası olmadığı halde göçmen ve mültecileri hedef gösteren paylaşımların çokça yaşanması dikkat çekicidir. Bu tür paylaşımların arkasında çoğunlukla ırkçı ve şoven sosyal medya hesaplarının olması, kontrgerilla örgütlenmesinin aktif olarak çalıştığı anlamına gelmektedir.

Son dönemde gündemde olmasıyla ön plana çıkan SADAT örgütlenmesi dışında bu türden örgütlenmelerin varlığı bilinmektedir. 15 Temmuz sürecinden sonra bu türden kontrgerilla örgütlenmelerinin sayısının arttığı ortadadır. Rejim bu türden örgütlenmeleri kitlelerin düzene yönelik öfke ve tepkisini kendi nizamını sürdürmek için kullanacaktır.

 

Devrimci direnişi örgütleme görevi

Halk kitlelerinin ekonomik kriz nedeniyle giderek kötüleşen yaşam koşulları karşısında kendiliğinden ayaklanacağı, yeni Gezi’lerin yaşanacağı yanılgısına düşülmemelidir. Bu olasılığın varlığı, onun gerçekleşeceği anlamına gelmemektedir. Dahası başta burjuva muhalefet olmak üzere, düzenin bütün temsilcileri bu tehlikenin varlığı nedeniyle “seçim”e işaret etmekte, “az kaldı”, “gidecekler” demektedir. Kontrgerillanın kullanışlı aparatlarından biri olan çete başı Sedat Peker bile “sokağa çıkmayın” çağrısı yapmaktadır.

Halk kitlelerinin kötüleşen yaşam koşulları aynı zamanda düzenin sahiplerinin bu koşulları kendi sınıf çıkarları için kullanmaları politikasını da getirir. İktidar yaşanan ekonomik krizi, “dış güçlere”, “Gezi’cilere” bağlayıp, baskı ve zulmünü arttırırken, burjuva muhalefet ise başkanlık rejimi ve R.T.Erdoğan’ı işaret ederek, rejimin restorasyonunu önermektedir. Her iki “çözüm”ünde çözüm olmadığı açıktır.

Çözüm kitlelerin kendi geleceklerini ellerine almasından geçmektedir. Çözüm kitlelerin devrimci isyanında, yeni Gezi’lerdedir. Bu gerçek bizlere kitlelerin içinde uzun ama sabırlı bir devrimci çalışma görevini koymaktadır. Bu gerçek bizlere Birleşik Devrimci Mücadelenin ve örgütlenmelerinin gerekliliğini ve önemini ortaya koymaktadır.

Diğer bir ifadeyle fırtına damlalar birikmekte, alttan alta yeni Geziler mayalanmakta, köstebek kazmayı sürdürmekte ve yüzeye çıkacağı anı beklemektedir. Buna uygun bir çalışma içinde olmak, kitle hareketlerinin yükselmesi ihtimaline karşı önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya’nın ifadeleriyle “mükemmel bir çaba” içinde olmak gerekir. Anın devrimci görevi ısrarlı bir çaba içinde yeni Gezi’lere hazırlanmaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu