Makaleler

(Makale) Evet, “psikolojik rahatsızlıklarımız” var!

Onlar saldırmaya devam ediyorlar… Çoklukla silahla, şiddetin türlü halleriyle, burjuva medyanın çürümüş kalemşorlarıyla…Söz konusu kadın olunca ellerinde silahları

tükenmiyor; daimi olarak saldıracak araç ve gereçler yaratıyorlar. Gün oluyor boşanmak isteyen bir kadın katlediliyor; gün oluyor mevsimlik kadın tarım işçileri uğradıkları emek sömürüsünün yanı sıra kamyon kasalarında ölüme terk ediliyorlar, taciz ve tecavüz hayatın her alanında (savaşında, sokağında, evinde, okulunda…) yer alıyor. Buna karşı mücadeleyi sahiplenen kadınlar ise ya Ekin Van gibi bedeni boynuna geçirilen iple metrelerce sürüklendikten sonra, çıplak bir halde köy meydanına bırakılıyor, ya da yazımızda konu edeceğimiz üzere yazar olduğunu sanan ancak kalemi oraya buraya saldırmaktan ibaret olan kimselerce saldırıya maruz kalıyor.

Bak sen!

Bunların en nadide (!) örneklerinden biri ise yazar olduğunu sanan ancak kalemi oraya buraya saldırmaktan ibaret olan Türkiye gazetesinden Fuat Uğur’un, 13 Ağustos tarihli köşe yazısı oldu. Uğur yazısında çeşitli bilimsel (!) yorumlarıyla, psikoloji bilimini cinsiyetçi bir şekilde ele alarak kadın mücadelesini ölümcül bir hastalık şeklinde yorumluyor. Figen Yüksekdağ ve Hatice Aşkın’a yönelik yazılan ancak esas olarak kadın mücadelesini hedef alan yazıda politik kadınlar üzerinden giden Uğur, Yüksekdağ ile birlikte kadın mücadelesini libido eksikliğine, baba özlemine bağlıyor.

Uğur o kadar hadsizleşiyor ki, “Hayata Dönüş gibi vahşi operasyonlardan geçerek daha da bilenen, ruhlarını takıntılı bir düşmanlıkla çürütmüş olan bu kadınlar, üstüne üstlük amansız bir hastalığın pençesine düştüğünde ‘nasıl olsa öleceğim’ fikri sabitiyle, kafası koparılmış tavuklar gibi şuursuzca savrularak ‘devrim şehidi’ mertebesine yükselmek için kendilerini ölümün ortasına atıyorlar” diyor. Erkek egemen zihniyetin temsilcisi Uğur’a göre; ezen ezilen ilişkisinde ezilenlerin verdiği devrimci mücadelede atılan olumlu adımlar, ancak ve ancak “devrim şehitliği”ne, ya da Uğur’un ağzından okuyacak olursak kahramanlığa olan bir erkeklik özleminin sonucu olabiliyor! 

Devrim mücadelesi ile birlikte kadın mücadelesinin de altını bu şekilde boşaltan Uğur’un bu anlayışı çok da yabancı değil. Nitekim kadın mücadelesi veren kadınlar olarak biliriz ki her eylemimiz, erkek egemen anlayışa her karşı çıkışımız, ataerkiye yedeklenmeyişimiz “histerik”, “şizofren”, “ruh kanseri” vs. şekilde adlandırılır; biz susmadıkça onlar çeşitli psikolojik hastalık tanımları koyarak mücadelemizin altını boşaltmaya çalışırlar. Onlara göre kadın bilincinin açığa çıkması ile kadının ekinnözneleşmesi için verdiği mücadele, ancak psikolojik hastalıklarla adlandırılabilir. Burada dikkat çekmemiz gereken önemli bir nokta ise Uğur’un yazısındaki politik-apolitik kadınlar olarak ayrıştırmadır. Bu ayrıştırma tuzağına düşmemek gerekir. Kadın ezilen cins kimliğinden kaynaklı, yaşamın her anında politiktir. Bu zorunlu ve kaçınılmazdır. Evde, sokakta, okulda, işyerinde erkek egemen zihniyetin her an saldırısına maruz kalırken kadın bilincinin açığa çıkışı ile paralel olarak kimimiz aktif olarak mücadele içerisinde yer alırken kimimiz “temizliği az da sen yap”, “bu saatte dışarı çıkmak benim de hakkım” gibi tepkilerle erkek egemen sisteme karşı politikleşiyoruz.

Bütün bunların yanı sıra kendince “Hatice Aşkın kanser hastalığından muzdarip ve kendini ölüme atıyor. Figen Yüksekdağ gibi ruh kanseri kadınlar da onları ölüme gönderiyorlar insan öğütme makineleri gibi. İkisi de aynı. Örgütsel görev tanımları farklı sadece” sözleriyle Figen Yüksekdağ ve Hatice Aşkın arasında bir rekabet yaratan Uğur, sıkça karşılaştığımız ve kadın dayanışmasına karşı adeta bir silah olarak kullanılan kadınlar arası rekabet nifakını devreye sokuyor. “Kadın

kadının kurdudur” anlayışını kadınlar arasına bir zehir gibi salan erkek egemen zihniyetin yansıması olan bu cümleler kadın dayanışmasından deli gibi korkanların ürünüdür. Bu korkunun sebebi ise kadın mücadelesinin büyümesi, buna paralel olarak erkin iktidarını kaybetmesi! Uğur’un “Bezdirici derecede fazla konuşan, hatta hiç susmayan ve otomatiğe bağlamış kadınlar” ifadeleri ise aslında hiç de yabancı değil. Bülent Arınç’ın birkaç hafta öncesinde HDP Diyarbakır milletvekili Nuray Aydoğan’a yönelik “Bir kadın olarak sus” söylemiyle eşdeğerde olan bu ifadeler, kadınlar olarak verdiğimiz mücadelenin ne kadar önemli bir noktada olduğuna işaret ediyor. Bütün bunlara karşı defalarca dile getirdik, tekrar dile getiriyoruz: “Susmayacağız”! “Psikolojik rahatsızlıklarımız” bizim yüzyıllardır dayatılan mağduriyet ağını parçalayarak direnişi yükseltmemizin ürünüdür. Bu “rahatsızlıklar” bizim yok edilmeye, kaybettirilmeye çalışılan kimliğimizi bulduğumuza dair yegane işaretlerdendir. Kadın bilincimizin açığa çıkışı eğer bu rahatsızlıklarla adlandırılıyorsa “en hasta biziz!” Erkek egemen sisteme karşı mücadelemizi ancak bu “rahatsızlıklarımız”la- kadın bilincimizle

yeneceğiz, biliyoruz!  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu