Makaleler

Eylem planı: Halka saldırı!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 64. Hükümet 2016 Yılı Eylem Planı’nı açıkladı. Açıklanan eylem planında propaganda edilenler, Türkiye toplumunun nasıl bir sosyo-ekonomik gerçeklik içinde olduğuna dair ipuçları taşımaktadır. Türkiye toplumunun içinde bulunduğu durumu özetleyen vaatlerle dolu olan bu planın bir reform adımı olarak tanımlanması, Türkiye işçi sınıfını ve emekçi halkını yeni bir saldırı dalgasının beklediğine işaret etmektedir. Çünkü Türk hakim sınıfları ve onların temsilcilerinin ağızlarından ne zaman reform sözü çıksa, bunun karşılığı halka yönelik kapsamlı bir saldırı olmaktadır.

Nitekim açıklanan planda, devletin son süreçteki yönelimine uygun olarak, anayasa tartışmalarının dışında “devlet sırrı” yasasının çıkarılması gibi yeni reform önerileri vardır. Bu yeniliklerin işçi sınıfına ve halka yönelik yeni saldırıların hazırlıklarının yapılması olarak tanımlamak daha doğrudur. AKP hükümetleri tarafından daha önceden açıklanan ve uygulamaya konulan eylem planlarının sonuçları hep böyle olmuştur.

Açıklanan eylem planında yapılması hedeflenenlere ya da vaat edilenlere kısa bir değini bile, işçi sınıfı ve halkı nelerin beklediğini göstermeye yeter. Örneğin seçim öncesi hakim sınıf partilerinin en çok gündeme getirdiği ve toplumda da karşılık bulan vaatlerden birisi olan asgari ücrete zam yapılması, açıklanan eylem planında yer almaktadır. Asgari ücret artışının bu kadar gündemde olmasının nedeni, toplumda yoksulluğun ve çelişkilerin boyutuyla ilgilidir ve kesinlikle karşılıksız değildir. İşçi sınıfının çok büyük bir kesimi asgari ücret ve altındaki bir rakamla geçinimi sağlamaktadır. Bu nedenle asgari ücretle ilgili her gelişme, toplumun önemli bir kesimini doğrudan etkilemektedir.

AKP hükümeti asgari ücreti 1300 TL’ye çıkaracağını vaat etse de, bunun pratikte bir karşılığının olmayacağı açıktır. Her şey bir yana vaat edilen rakam bile, Türkiye koşullarında “insanca bir yaşam için” yeterli değildir. Kaldı ki hakim sınıf temsilcileri ve onların sözcülerinin açıklamalarına bakılacak olursa, asgari ücrete dair bu artışla birlikte, deyim yerindeyse “kaşıkla verip, kepçeyle alma” politikası izlenmektedir. Diğer bir ifadeyle, zaten oldukça yetersiz olan asgari ücret artışı bile işçi sınıfına çok görülmekte, “maliyetin düşürülmesi” için başka hamleler devreye sokulmaktadır. Bu durum ise hükümetin açıkladığı eylem planının içeriğine dair somut bir örnek olarak ortaya çıkmaktadır.

Açıklanan eylem planının halka yönelik bir saldırı planı olduğunun bir başka örneği ise, Cemevlerine yönelik yapılan açıklamadır. AKP, eylem planında “geleneksel irfan merkezleri ile Cemevlerine hukuki statü tanıyacak”larını açıklarken, devletin geleneksel politikası olan “sol gösterip sağ vurma” taktiğini başarıyla uyguladığına tanık olmaktayız. Açıklamada bahsi edilen “geleneksel irfan merkezleri”nin ne olduğu malumdur. İslamcı faşist TC devleti, tarikatlara, her türlü gerici örgütlenmeye yasal statü tanımanın adımlarını atmaktadır. Buna gerekçe olarak ise ezilen inanç olan Alevilerin ibadet yerleri olan Cem evlerinin tanınma talebi öne sürülmektedir. TC’nin Cemevlerini ibadet merkezi olarak tanımayacağı açıktır. Bunu daha önceden yapılan, “bir dinde iki ibadet yeri olmaz” açıklamalarından biliyoruz. Cemevleri konusunda göstermelik yapılacak düzenlemelerle, var olan “dernek”, “kurum” statüsü kabul edilecek ve Alevilerin talepleri kabul edildiği propaganda edilecektir. Böylelikle bir taşla birkaç kuş vurulmak istenmekte ve esas olarak İslamcı faşist tarikatların önü açılarak, devletin dayandığı gericilik zemini tahkim edilmektedir.

 

Ortadoğu’da çaresizliğin yeni hamlesi

AKP hükümeti içte işçi sınıfına ve halka yönelik saldırılarının eylem planlarını açıklarken dışarıda ve özellikle de Ortadoğu coğrafyasında da yeni eylem planları hayata geçirmektedir. TC devleti, Suriye’de Rusya’nın müdahalesi ile kaybettiği inisiyatifini, Irak’ta yaptığı yeni bir hamleyle telafi etmek ve böylece bölgede hesaba katılması gereken gerici bir güç olduğunu bir kez daha hatırlatmak istemektedir. Bir yandan Musul civarında bulunan Başika kampına askeri yığınak yapıp, diğer yandan Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani’yle iş tutmaktadır. Amaç IŞİD’e karşı Peşmerge güçlerini eğitmek olarak açıklansa da; bu girişimin son süreçte emperyalistler ve bölge gericiliğinin bölgede saflaşmasına uygun bir konumlanmayı amaçladığı açıktır. Rusya, Çin, İran ve Suriye rejimine karşı, ABD, AB emperyalistleri, Suudi Arabistan, Katar gibi bölge gericiliğinin saflaşmasında, Türkiye rol çalmaya çalışmakta ve “ben de buradayım” demektedir.

Havuz medyası tarafından “Musul’u, (hatta) Kerkük ve Halep’i istila etmek gerektiğini”, “imparatorluklar geri dönüyor, biz de bizimkini geri istemeliyiz” gibi yayınlarla desteklediği bu hamlenin arkasında, TC’nin bölgede sıkışmışlığını giderme ve manevra alanı açma amacı vardır. Bu hamlenin devamının gelip gelmeyeceğini zaman gösterecektir. Şimdilik ortaya çıkan, TC’nin Irak Kürdistanı’nda Kürt güçlerinden Barzani (diğerleriyle değil) ve Arap Sünni aşiretleriyle birlikte, İran ve Irak merkezi hükümetinin karşısında konumlanmasıdır. Daha dün Rus uçağını sınır ihlal ettiği için düşürenler, bir başka ülkenin toprağında askeri varlıklarını takviye etmekten çekinmemektedirler. Ve bunu da “IŞİD’e karşı kendilerini korumak” olarak gerekçelendirmektedirler. Var olan durumun daha üst boyuta tırmanıp tırmanmayacağı tarafların krizi yönetme kapasitesine bağlıdır. Ancak her hâlükârda gerici güçler arasındaki bu hamlelerin faturası bölge halklarına çıkmaktadır.

Kuşkusuz ki TC devletinin bu adımı, “yeni Türkiye”nin İslamcı faşist çizgisi doğrultusunda atılmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan asker göndermeyle ilgili olarak: “Sünnilerin durumu ne olacak? Burada Sünni Araplar var, Sünni Türkmenler var, Sünni Kürtler var…” derken bir yandan kendisine biçilen “halife” rolüne soyunmakta; diğer yandan bölgede çıkar çatışmasında mezhep üzerinden bir aidiyet kurmaktadır. TC devletinin bölge halklarını değil kendi çıkarını düşündüğü açıktır. Bölgede izlenen din ve mezhep temelli politika, emperyalist dalaşta kırıntı kapabilmenin, pastadan pay almanın gerekçesi olarak kullanılmaktadır.

 

Sınırlar aşan Kürt düşmanlığı ve faşizme karşı direniş zorunluluğu!

TC devletinin bu hamlesinin bir yanında da Kürt düşmanlığı vardır. Özellikle Rojava’da Kürt güçlerinin kazandığı başarılar ve T. Kürdistanı’nda dize getirilemeyen Kürt hareketinin varlığı, TC devletini yeni eylem planlarını devreye sokmaya ve hamlelere zorlamaktadır. Bu amaçla bir yandan Rojava’ya ambargo ve taciz saldırıları, T. Kürdistanı’nda şehirlere yönelik faşist abluka ve saldırılar son hızla sürdürülürken; Irak Kürdistanı’ndaki işbirlikçi Kürt hareketiyle ilişkiler geliştirilmektedir. Böylelikle Kürt hareketinin kazanımlarının önünün kesilmesi amaçlanmakta, kendine bağımlı bir Kürt ve Kürdistan gerçekliği yaratılmak istenmektedir. Bunun için her yol ve yöntem denenmektedir. Barzani ile geliştirilen ilişkinin arkasında böyle bir hesap vardır.

T. Kürdistanı’nda ise faşist abluka ve saldırıları sürdürmektedir. Halka yönelik katliamlar artık sıradanlaşmış durumdadır. Ancak bu faşist saldırganlığa karşı direnişte kendini hendek ve barikatlarda örgütlemiştir. Saldırının kapsamı, direnişin çapını da belirlemektedir. Bu açıdan faşizme karşı direnişin yeni yol ve yöntemlerine tanık olmaktayız. Bu direnişin Türkiye devrimci hareketi açısından tarihsel dersler taşıdığı, direnişi desteklemenin yanında ondan öğrenmek gerektiği son derece açıktır.

TC devleti hem içerde hem de dışarıda eylem planlarını hayata geçirirken; bu saldırganlığa karşı örgütlenmenin ve direniş içinde olmanın zorunluluğu, düne göre daha da önem kazanmış durumdadır. Hem içerde hem de dışarda çelişkilerin giderek arttığı ve siyasetin silahlarla sürdürüldüğü bir döneme uygun konumlanmak kazanabilmenin ilk koşuludur. Tepeden tırnağa örgütlü bir faşizme karşı direnişin başarıya ulaşabilmesi ön koşulu örgütlenmek ve ona anladığı dilde yanıt olmaktan geçmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu